31 Temmuz 2013 Çarşamba

olan biten...

selamlar,

hayatım bu aralar fena gitmiyor ne yalan söyliyim... memnunum açıçası. yani pek birşey değişmedi ama sadece kabullendim herşeyi olduğu gibi. pek eskisi gibi kendimle mücadele içinde değilim. 'hayatta birşey olursa olur olmazsa olmaz... napayım yani!' falan modundayım. bir tane tumblr blogu açtım, günlük yaşamda aklıma gelen beni sevindiren, mutlu eden şeyleri falan yazıyorum flash card'lar şeklinde. 

başka neler yapıyorum? hah, bu aralar işlerim pek iyi gitmiyor, yapmam gereken şeyleri erteleyip duruyorum ama bu beni rahatsız etmiyor artık. eğer yaptığım şey bana suçluluk duygusu veriyorsa, yapmıyoum. eğer zayıf düşüp de gerçekleştiriyorsam, o zaman da suçluluk duymuyorum. 

bu kadar kolay! kendime boyun eğdim :) sanki içimde iki kişi var. biri daha rahat, mutlu, kalender, gözü pek yüksekte olmayan.



diğeri ise daha hırslı, daha enerjik, daha çok şey bilmek istiyor, daha çok gülmek istiyor, insanlardan daha çok beklentisi var, daha çok kızıyor. istekleri bitmiyor. siniri geçmiyor. diğerinin, hep daha iyi olsun diye, başının etini yiyor. diğeri de zavallım napsın bazen boyun eğiyor, çok eziyet ettimi beriki, bu sefer kaldıramıyor, işte depresyona giriyor.

neyse işte bu ikincinin sesini kıstım azıcık. hepten yok etmedim -edemem de zaten, ben buyum. ama azıcık diğerini de rahatlatayım dedim. yoksa öbür türlü yaşanmıyor. 

3 Temmuz 2013 Çarşamba

youtube yorumları

dedim ya bugun (yani geceyarısından once dün) facebook'umu dondurduğum ilk gündü. önceleri ellerim falna titredi sonra biraz alıştım gibi oldu. bugün içinde youtube'tan bazı politik videoların altına yorumlar falan yazdım ordan (aklımca) milletle tartışacam biraz sosyal medyadan nasibimi alacam. 

anam! nelere şahit oldum nasıl küfürler yedim anlatamam! hayatta söyleyemeyeceğim şeyler asla ne kavgada(zaten kavga etmeye inanmayan biriyim) ne de internette. sırf rahatlamak icin de olsa yapamam -ki negatif bir tavır bana daha çok zarar veriyor onu farkettiğimden beri başkalarına çemkirmek yerine oldukları gibi kabul etmeye çalışıyorum.

her neyse, aklıma şu meme geldi: 


aşağa yukarı şuna tekabül ediyor (her sayı bir kişi):

1. vidyoyu izlemedim ama yine de yorum yapıyorum, çünkü insanlar böyle yapıyor
2. sinirli bir şekilde karşılık veriyorum çünkü çok cahilsin. internete hoşgeldin
3. sinirden kudurdum sayende ve şimdi sana isim takıcam
2. annen hakkında ayıp bir yorum, ki gerçekte çok tatlı bir hanımdır kendileri.
4. anne hakkındaki bu yorumu korkunç buluyorum ve dilbilgisi hatalarını düzeltip aynı zamanda senin kendi cinsinden biriyle cinsel munasebete girme isteğin olduğunu söylüyorum.
5. ben de şaşalı laflar edip seni aşağılıyorum ki beni daha zeki göstersin.

millet delirmiş resmen. ya tartışmayı bilmiyorlar ya da tartışmak değil kavga etmek istedikleri (nihayet çözebildin, bravo!)

ben yine de düzgün tartışma kurallarını merak ettim. başka bir yazıda da onları tartışırım artık...

sevgiler

ev yapımı yüz maskeleri

işyerinde önemli bir devreye girdim dikkatimi toparlayarak doğru düzgün iş yapmam gerek. ofis çalışanlarının çoğu gibi ben de bütün günümü facebook'ta geçiriyordum ki hesabımı dondurmayı deneyeyim dedim. vallahi zor zanaatmış. bu birinci günüm...

velhasıl, kararımı verdim. bendeki inat keçide bile yok, ölmek var dönmek yok (iki elimi kullanmasam bunu yazarken bir tanesini ağzıma götürüp tırnaklarımı kemiricem şu an o kadar kudurmuş durumdayım facebok'suzluktan!) 

O olmadan da hayatıma devam edebilirim bi kerem, hıh! çalımıyla sana normal bir akşamımdan bir kesit sunacagım. O'na bakmadığım zamanlar ben evde karışımlar hazırlıyorum! yüz maskeleri, vucut maskeleri, peelingler, tonikler vs.. ev yapımı şeylere bayılıyorum, ölüyorum. 

şimdiye kadar hep kolay maskelerden yaptım sayılır. ama daha zorlarını da zevkle denemeye hazırım. tabi zamanım olunca (bahaneye gel)... 

yaglı bir cilt benimkisi. yaş kemale erdi, yaşıtlarım en son AKP kuruldugunda sivilcelerine veda etmişlerdi, bende ise hala var. n'aparsın kader diyerek, yediğimize içtiğimize dikkat ediyoruz artık. can sıkıntısı, uykusuzluk, hareketsizlik, adet, bunların hepsi bende sivilce yapıyor maalesef.

sivilcelerle böbürlenmekle olmaz, anlatmaya geçeyim bari. 

1. Limon+bal


en kolay en sevdiğim maske! bayılıyorum buna. evde her daim bulunan malzemeleri istege gore seyreltik de yapabilirsin, koyu kıvamlı da yapabilirsin. limon asitli olduğundan yağları çözüyor, bal da cildi yeniliyor ve parlak bir görünüme sahip oluyorsun. ama mesele 'görünüm' değil tabi ki balın cildi beslemesi ve yenilemesi (yoksa makyaj malzemeleri de parlaklık veriyor)

2. kahve telvesi


bunu sağır sultan duymuştur da yine de yazmadan edemedim. kahve telvesinin gücüne olan hayranlığım belgelensin istiyorum :) kahve telvesini alıp yuzune sürtünce iyice bir kazınıyor. kahve pütürlü olduğu için bir nevi yüze kullanılan bir kese sanki, öyle derin temizliyor ki rengim (esmerce bir kişi olarak) bir ton açılıyor!

ayrıca bir not, eğer vucudunuzun başka yerlerinde de pütürler varsa onlar icin kullanabilirsiniz. misal yazın çok terlenen zamanlarda benim kollarımda bazı pütürler oluşuyor tavuk derisi gibi(ıyy yığrencsııan!). ya da istenmeyen tüyler çıkarken derinin icinde kalıp deride bir tümsek oluşturuyorsa, yüzeye çıkması icin yardım ediyor. 


3. kahverengişeker + zeytinyağı

uuu beybi dediginizi duyar gibiyim! bu yüz icin degil yanlız. en azından benimkisi için değil. bu daha cok kışın kuruyan cilt için. bulaşıktan temizlikten, çamaşır suyundan çatır çatır çatlayan emekçi eller için bir kür. ama çok kuru yüzlere de uygulanır mı bilemem... olabilir.

bir çorba kaşığı zeytinyağın içine bir çorba kaşığı kahverengi şeker koyup, karıştırıyorsun, zaten şeker yagın icinde erimedigi icin öyle kalıyor. sanki elini sabunla yıkarmış gibi bu karışımı elinin her tarafına sürüyorsun.  şeker erimedigi icin bir yandan peeling yaparken, zeytinyagla da kuru deriyi yumuşatıyor, cild iyice pelte gibi oluyor. daha sonra ellerini bir kağıt havluyla silsen yeter. eller bayaa bir yumuşuyor. 

4. Kahverengi şeker + zeytinyagı + musli

bu da vücut icin. tabi bizim turk evlerinde her zaman el altında bulunan birsey degil bu müsli ama varsa hepsinden birer ölçek olmak üzere kullanabilirsiniz. karıştırıp vucuduna sürüyorsun bi 5 dk icinde de duşa giriyorsun. çıktığında bebek gibi bir cilde sahip oluyorsun. ayy evde müsli olsaydı ne güzel olurdu : / ama 3 numarayı da dedigim gibi kullanabilirsin aynı amaçla (sadece biraz daha fakir bir scrub olur)

5. avokado + limon + yumurta beyazı

işte bir araştırmacı gazetecilik örneği! senin için özel olarak kendi üzerimde denedim. işte görüşlerim:

yaptığım şey yarım limon, bir yumurtanın beyazı ve yarım avokadoyu karıştırmak oldu. avokadonun mümkün olduğunca olgun (dışardan mosmor görünmesi) olmasına dikkat et. eğer yeşilken aldıysan da bırak olgunlaşsın. olmaz bekleyemem diyorsan bari bir blender kullan da benim çektiğim eziyeti çekmeyesin. limondan hemen bir iki sıkım yetiyor, eğer arap yağı bol bulmuş misali, canını çıkarana kadar sıkarsan fazla gelir, kıvamı bozulur, maske yüzünden düşer. kıvamlı olması için az limon, çok ve olgun avokado... lavabonun önünde sürmekte fayda var. 15 dk bekledikten sonra, ılık suyla çıkarılıyor.

şimdi avokado normalde yağlı bir meyve. yağlı ciltlere pek de iyi gelmeyeceğiini düşünebiliriz. ancak, yağlı cildin alt tabakası aslında kuru kalıyor, hava alamadığı icin. temiz bir yüze uygulanan bu maskede limon yağı emerken, yumurta beyazı cildi beslerken ve sıkılaştırırken, avokado da cildi nemlendiriyor. 

fena olmadı bence şu an cildim yağsız ama nemli, güzel bir his...

6. yogurt + kuru maya


sivilceler icin harika bir maske. denedim % 100 çalışıyor! :D bu da aynen yağlı ciltler icin. yogurt hem yağı emiyor hem de mayayla beraber cildi besliyorlar. zaten maya yaralanan ama iyileşmekte olan bölgelere de kullanılırmış (ben hiç denemedim ama duydum), bir nevi cilde nefes aldırıyor.

bir paket kuru mayaya yeterince yogurt ekleyip yüzüne sür, 15-20 dk beklet, ılık suyla yıka..


sen de bu maskelerden yaptıysan eğer, sonuçlarını benimle paylaşır mısın?








16 Haziran 2013 Pazar

bu yaziyi otekilere yaziyorum

Bu yaziyi otekilere yaziyorum....

Erdogan'in sevenlerine

kurtarici gorenlere

canim arkadasim,
19 gun oldu. 19 gundur, 'otekiler' bagiriyor. cani yanmis, avazi ciktigi kadar bagiriyor. bazen de hic bagirmiyor sessiz sedasiz, beraber direniyorlar. bazen sarkilarla, piknikle, sanatla sporla eslik ediyorlar yanlarindaki direniscilere. bazen evlerinden eslik ediyorlar bazen bilgisayardan.

hepsinin tek amaci var ortak: insanca yasamak...

insanca yasayabilmek. kendi hayati hakkindaki secimleri kimseye hesap vermeden yapabilmek.  

bak, bu son sozum sanki 16 yasindaki gencin anne-babasina soyleyebilecegi bir sey gibi degil mi? sanki devlet-baba, 40 yasina geldigimizde bile nasil giyinmemiz, ne icmemiz gerektigini, artik muruvvetimizi gormek istedigini, 3 cocugumuzu oksamak istedigini soyleyebilirmiscesine, hayatlarimiza karisiyor. hepsi de 'yeter artik' biraz hayatima karisma, biraz saygi goster bana diyor. anne-babalarin mazereti belli 'bizim gorevimiz seni korumak' derler onlar. haklilar da belki. ama devlet 18-80 yas arasi bireylerin, oy kullanan bireylerin, sevisen, cocuk yapan, ise giden, maas alan bireylerin, Allah askina sen soyle, nesini korumak istiyor? neyi kimden sakiniyor? 

'ben bir bireyim, ben degerliyim, ben halkin bir parcasiyim, ben olmazsam sana gerek yok' diyor. 
'sana, bana hukmetme yetkisini ben verdim, boyle canavarlasasin diye degil, adil ol diye' diyor.
'esas olan devlet degil esas olan halktir' diyor. 'devleti var eden halktir', 'halk devlet icin degil asil devlet halk icin vardir' diyor. Bize okulda hic boyle ogretilmemisti degil mi? biliyorum, ben de seninle ayni okula gittim.

onlara kulak ver. onlarin istedikleri seslerini duyurmak. onlara yapilan haksizligi gostermek duyurmak. 

bunun ne faiz lobisiyle ilgisi var ne dis mihraklarla. bunu anla artik. bu savunmanin arkasina saklanma lutfen.

bak orada milyonlar var. ankara, izmir, adana, mersin, heryeri topla kac kisi olur sen hesab et.

hepsi de mi dis mihrak, hepsi de mi ekonomist, faiz lobisi? bir dusun bunu... aha, bu kadar insan:


Basbakan demis ki, camiye ayakkabilariyla girdiler, grup seks yaptilar.

Su videonun ustune simdi bu lafi dusun. Insaf! caresiz insanlara iftira atmak denir buna.

Canim arkadasim,
Su yapilan zulumdur. Bu zulmu gormezden gelmek, turlu turlu degisik yalanin arkasina saklanmak, baskasinin acisina kulaklarini tikamak, gozlerini kapatmaktir. sen gozlerini yumarsan baskasinin yanibasindaki cigligini duymazsan bu siddet bu aci her yeri sarar. bir grubun toptan mutsuz oldugu bir yerde kimse mutlu olamaz. bunu unutma. 

ne kadar siddet varsa hepsi polisten haberin olsun. 

ha sen dersen ki ama polisi de oldurduler. arkadasi cikti dedi '60 saattir uykusuzdu arkadasim, yorgunluktan dustu kopruden' bunu da bir dusun bu ne demek... bu demek ki polis 60 saat uykusuz kesintisiz calismak zorunda. simdi sen bana soyle; boyle bu calisma kosullari insani mi? ona, korumakla yukumlu oldugu halkla savasma emri verenler hic 60-70 saat uykusuz kalmislar mi hayatlarinda? Su roportaji oku, bana inanmazsan polisi dinle, anlarsin ne demek istedigimi. polis artik mesru emirleri yerine getirmiyor haberin olsun. polis coktandir baskiya boyun egen, bu baskici sistemin askeri, hatta ve hatta robotu durumunda. polisten olaylar basladigindan beri intihar eden 5 can var. kimbilir nasil acidi yurekleri nasil caresiz kaldilar ki kiydilar canlarina. 

sen hani nefret ediyorsun ya protestoculardan, hani polisi bu kadar calismasina sebep veren, bu kadar siddeti cikaran diye? yahu Allah Muhammed askina sen soyle, insan bile bile gidip dayak ister mi hic? bile bile gidip polise gel beni dov der mi hic? bu insanlarin arasinda binlerce yarali var. millet isinden cikiyor, aksam protestoya gidiyor, 2 saat uykuyla kalmis. insan hayatindan mutlu olsa bunlara niye katlansin?

ama iste bu 'otekiler', capulcular artik bu duzene ve onun yasattiklarina yeter diyor. onlarin istedigi herkesin insanca yasamasi. insanca kosullarda calismak, saygi gormek, taninmak... sen yuz cevirirsen bu insanlari uzersin. sen yuz cevirir, sizin derdiniz baska dersen bu isyanin sesini ancak yukseltirsin. sana seslerini duyurmalari lazim. o yuzden sana ben yalvariyorum anla onlari, anlamaya calis...

anlamaya calis. sen anlamadan bitmez bu is...

Not: bu yaziyinin yazildigi sabahin gecesi, polis taksimden, Geziden insanlari hunharca atmisti. Simdi haber geldi ki, taksim geri alinmis..

Not2: bu yaziyi yazarken gazetelere goz gezdirdim, gordum ki Egemen bagis milleti terorist ilan etmis. bunun ustune bir yazi daha gelir belki..

Not3: kurban olayim su resimlere bir bak, yuregin sizlamiyorsa sana diyecek artik hicbir seyim yok benim! sizliyor da itiraf etmek zoruna gidiyorsa, tamam kabul bana deme. ama sen yine de bir bak. ha eger, basindan sessiz taraffta yer almis olmanin verdigi gurura yenik dusmezsen, buyur sen de katil 'otekiler'in arasina. sana ihtiyaclari var, senin anlayisina destegine...

26 Mayıs 2013 Pazar

bizi sevgi kurtarır

25.5.2013'te Ankara metrosunda düzenlenen öpüşme eylemi hakkında gazetelerde harika kareler vardı. Sevgililer birbirlerini öperken bir adam da 'freehug' (bedava sarılma) pankartıyla insanlara sevgisini veriyordu. 


Süper ya! Bedava Sevgi! :)

bir de bu güzel insanlara saldıranlar olmuş. öpüştükleri için. çok saçma değil mi? nasıl saldırırsın iki kişi aralarında anlaşmış işte ne var? sana ne ki olan bitenden? ne yapıcaksın hem aralarına girip 'ayrılın bakayım' mı diyeceksin? 

işte sözler işin saçmalığını gösterdiğinden zaten bir şey diyemiyorlar. bu harekete ahlaksızlık diyenler neden olduğunu açıklayabilse zaten şiddete başvurmazlar. 

Şiddet mantığın bittiği yerde başlar. 


Şiddet, zulüm, tartışılacak argüman bittiğinde, egonun kazanmak için gösterdiği son bir can çekişmedir. 'ben bu tartışmayı kazanmak istiyorum, haklı değilmişim, ama olsun, sen yine de pes et' demektir şiddet. 


Zalimlerin çektiği acı

fikirlerin çatışmasını şiddete döndüren bu zalimler aslında zulümlerin en büyüğünü kendilerine gösterirler de bilmezler. zalimler istediklerini yapamamanın acısını çektiklerinden, bundan kurtulmak yerine 'din' adına, 'toplum' adına hareket ettiklerini söyleyerek aslında kendilerini kandırırlar. 

onların da hayatında sevgi olsaydı, birbirini seven insanlardan bu kadar nefret etmezlerdi. onlarda sevgi ayıp, sevgi zayıflık... sevgi günah. 

sevgi günah olabilir mi? sevgi ahlaksızlık olabilir mi? 

sevgisizlik acı verici yahu. sevgisizlik katılaştırıcı, sevgisizlik insanlıktan çıkarıcı. haa eğer sen sevgisizliğinden vazgeçemiyorsan da başkalarını sevgiden vazgeçirmeye çalışıyorsan, üstüne üstlük başarısız olduğunda onlara saldırıyorsan o zaman senin yaptığın ahlaksızlık değil midir? kedinin uzanamadığı bütün ciğerler mundar mı oluyor yani?

bence zalimlere bu yüzden daha fazla sevgi göstermek lazım. aramızda en çok sevgiye ihtiyaç duyanlar onlar. onların katılaşmış kalbini ancak böyle yumuşatabiliriz. onlara diğer insanlara verdiğimizden daha çok şans vermek lazım. onlara karşı daha sakin, daha anlayışlı olmak, daha çok açıklamak, daha çok örnek olmak lazım. 

yoksa zalimler zalim kalırlar, hem de sonsuza dek. içlerindeki acılık geçmez. ne yapsalar geçmez. dünyanın sonuna dek öpüşen insan görmeseler geçmez. hayatın sonuna dek istemedikleri hiçbir hareket görmeseler o zaman da geçmez. 

çünkü kalplerinde sevginin dolduramadığı boşluğu acıyla nefretle doldurmaya çalışırlar. adına ahlak derler, din derler, toplum düzenin derler. derler de derler... ama ne din doldurur o boşluğu ne başkası. o boşluk onları da içlerinde bulundukları toplumu da yer bitirir. 

bizim o acıyı bitirmemiz lazım. o acı bitmeden dünyada zulüm bitmez tükenmez.





25 Mayıs 2013 Cumartesi

Yaşamaya Dair - Nazım Hikmet


Bu şiiri yurtta alt ranza da yatarken tavana asmıştım, üstteki yatağın altına yani. hayatı değiştiren şiirler diye bir listem olsa herhalde bu şiir listenin başında gelirdi.  Nur içinde yat Nazım Hikmet


Neden durup dururken bir şiir paylaştım? İşte bu yüzden :)

İyi okumalar...

YAŞAMAYA DAİR 
  
1 
Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
insanlar için ölebileceksin, 
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
hem de en güzel en gerçek şeyin 
yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 
2 
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için, 
diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, 
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 
                                                                      1948 
3 
Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
yani bu koskocaman dünyamız. 
Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 
Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için... 

bazen... ne görürsen o

pek çok öğretilerde, dinlerde bu fikirden bahsedilir. ne görürsen, nasıl görürsen o. hayata hangi pencereden baktığın, olayları nasıl ele aldığın önemli. 

Aşiyan müzesinin penceresinden... şu klişeye girmezsen ölürüm: her sabah kalktığımda böyle bir manzarayla karşılaşsaydım ben de şair olurdum :)


hayata olaylara bakış açımız fikirlerimizi etkiler, fikirler davranışları, davranışlar alışkanlıkları, alışkanlıklar hayat görüşünü...

hayatta bize yalnış yapmış kişiler olabilir, haksızlığa uğramış da olabiliriz, yalnız başımıza kalmış da olabiliriz. 

tabi bunlar heyecanla, iştahla karşılanacak durumlar değil. ama işte hayat karşımıza çıkardıktan sonra bir şekilde başa çıkmak zorundayız değil mi? kabullenmek ve kendimizi şartlara göre değiştirmek zorundayız. direnmek sadece daha fazla acı verir.

çoğu durumda olayların üzerimizde bıraktığı etki bizim tepkimize bağlıdır. biz kendimize ne değer verirsek, o kadardır değerimiz. sonuçta kendnle şu hayatta takılacak olan sensin. hayatına gelenler öyle ya da böyle çekip gidecekler. gitmeyenler bile uykuya dalmadan önce ne düşündüğünü bilemeyecekler, nefesinin sesi senin kulağına geldiği gibi gelmeyecek. 




şu hayatta bayaa yalnızız aslında. iyisi mi, ona göre kendimize değer vermek, acıları da üzerinden atabilmeyi başarmak. kendimizi nasıl yaraladığımızı bulup, içimizden atmak.