17 Mayıs 2013 Cuma

gülşen'in bir günü

herhangi bir gündü. gülşen sabah kalktı, yine çok uyumuştu, sağolsun, azıcık tembeldi yavrum benim.  sabahları o yatağın içi leş gibi olurdu. gülşen kokardı. gülşen kokardı kokmasına ama o yastığın hali neydi öyle üstüne osurulmuş gibi mübarek! pek bir kesifti ağız kokusu...

annesi işe çoktan gitmişti. e annesi böyle değildi malum çalışkan canı pek insandı leyla hanım. ne ev işini ne de kendi işini aksatmaz, bir gün olsun ütüsüz kahvaltısız bırakmazdı çocuklarını. bırakmazdı ama gülşen de artık öğrenci değildi o yıllar geride kalmıştı. kendine iş de bakmıyordu pek. eh o da 50 yaşından sonra hala çalışan haliyle kızına laf geçirememenin de verdiği gururla, nacizane, protesto ediyordu kızını. artık kendi işini kendin yap ayaklarının stünde dur diyordu gülşene.

gülşenin bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu hep...

kalktı gülşen mutfağa girdi. masanın üstüne bırakılmış bir salça kasesi vardı; salça, kuru nane ve zeytinyağın olduğu bir kap. gelen geçen ekmeğini bansın karnını doyursun diye. salçaya bana bana yedi gülşen. azıcık da çayını içti. ama zeytinyağı içini kavurmuştu da sonrasında suyunu içti şöyle kana kana. 'bugün günlerden haftaiçi, hangi gün ne farkeder ki? ne yapsam ne yapsam... en iyisi her zamankinden şaşmamak. belki aklıma başka şeyler gelir daha sonra.'

evlerinin önündeki çimenlikte boylu boyunca yüyümeye başladı. aklına gelen fikirlere hayallere kapıla kapıla ne kadar gittiğini bilemedi. hafif üşümeye başladı, biraz da midesi bulanmıştı. o sabah yediği ekmeklerin hepsini kustu!. herhalde biraz üşütmüş olacak ki yedikleri midesine oturmuştu. yoksa ekmek salça dediğin nedir şekerim, en hafif yiyecek!

neyse allah'tan, kusunca biraz rahatlamıştı midesi. şimdi derin derin nefes alıyordu. sanki çok koşmuş da yeni durmuş gibiydi. sanki leş gibi bir trafikte yavaş yavaş yol aldıktan sonra piknik yerine gelip arabadan inmiş, o mis gib ağaçların taze kokusunu ciğerlerine çekmiş gibiydi. azıcık ferahlayınca eve dönmekten vazgeçti.


az daha yürüyünce ileride ağaçlık bir alana geldi. o ağaçların altında haftasonları seyyar satıcılar gelirdi, berideki çocukbahçesine annaneler babaanneler gelirdi torunlarıyla. banklarda oturup bir yandan örgü örer bir yandan birbirleriyle muhabbet ederlerdi. ağaçlardan bazıları tırmanmalık ağaçtı. 'tırmanmalık ağaç' diye düşünmesi gülümsetti gülşen'i. bu mahalleye taşındıktan sonra kendi uydurduğu bir terimdi bu. eskiden meyve ağaçlarının bol olduğu mahallelerinde komşuların bahçesinden çıkmazdı hiç. o agaçtan o agaca zıplardı.  neyse burda da bi ane vardı sevdiği. o ağaca çıktı, yatay, kalınca, şöyle kendini taşıyacak bir dalına oturdu, şehrin en yeşil bölgesini sanki tanınmış bir ressamın tablosuna bakar gibi hayran hayran izledi. neden sonra aklına kulaklıklarını takmak geldi. hangi ünlüydü o 'günde illaki bir iki güzel söz okuyun, güzel bir müzik dinleyin ve güzel bir tabloya bakın' diyen? 

kim demişse de iyi demiş valla...

hava kararmaya başlayınca geri döndü. annesinden azıcık azar işitti. bir iki lokma birşeyler atıştırdı. battaniyesinin altına kıvrılıp yatağına yattı.

iyi geceler yarın görüşmek üzere...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder