12 Eylül 2012 Çarşamba

'sevin', 'üzül', 'sıkıl', 'gül' dışında kalan garip tatlar

bazen hafif üzgün veya durgun veya kırgın hissetiğimde girip baktığım bazı siteler var. bunlardan birtanesini anlatmak istiyorum sana: justthelittlethings.net bu sitede hayatı güzelleştirem, insanı gülümseten ayrıntılar ufak ufak bahsedilmiş. hiç sıkılmıyosun sitedeyken, giriyosun ufak ufak yazılanlara bakıyosun. bir de e-kart gibi yapmışlar. 

(bu arada e-kart demişken aklıma geldi someecards :) onlar da insanı hayvanlar gibi güldüren pis espriler. başka bi yazıda bahsederim artık onlardan). 

neyse misal benim sevdiklerimden:


(kaşınan yeri kaşırken duyduğun his)

ya da

(hızlı indirme)

bu da olabilir:

(elektrikler kesildiğinde mum yakmak :))

ne kadar garip değil mi? önemsiz bir olay belki ama verdikleri hisler acaip! karanlık olduğunda mecburiyetten yakılan mumun, tatlı tatlı kaşınan yeri hatırt diye kaşımanın verdiği haz ne garip! hayat böyle garip hislerle daha anlamlı. öbür türlü, hep aynı bir kaç sıkıcı hisle yaşam çekilmiyor valla, sevin üzül, sıkıl, gül... halbusi boyle insan garip hisleri de tadıyor, bir kaç temel duygunun karışımı gibi şeyler: korkuyla karışık bir zevk misal. 

ben küçükken tuvalete kendi başıma gitmeye başladığımda, karanlık koridordan geçerken hem korkardım hem de o korkuyu daha uzun yaşamak için ordan yavaş geçerdim. o tedirginlik bana garip bir haz verirdi. kendimi bildigin rahatsız edici bir duruma sokardım. ne psikopatmışım dimi?! ama bence herkeste var bu tarz garipliklerden zevk alma meselesi. 

neyse işte demem o ki, bu siteye takılabilirsiniz.

icimidokuyorum hakkında

az önce blogu google'da arattım (evet yaptım bunu, aynı kendi ismimi google'da arattığım gibi) bi de ne göreyim: her blog platformunda bi tane var bu icimidokuyorumdan. icimidokuyorum.bok, icimidokuyorum.püsür... sinir oldum! bi de baktım iki tane yazı yazıp kaybolmuşlar. inşallah benimkisi böyle olmaz

madem blog demek internet günlüğü demek, ben de biraz günlük tutayım öyleyse

ilk yazıda demiştim ya hani kendime geldim.o geliş baya uzun sürdü. haha! (buraya terbiyesiz esprinizi giriniz) :)

neyse... ben biraz ondan bahsetmek istiyorum. baya baya yıkılmıştım. arkadaş meseleleri işte, nedense ben kimseyle çok çok yakın arkadaş olamıyorum, ne zaman birilerini hayatıma soksam, çok sevsem, çok güvensem kazığı yiyorum arkadaş! hep de arkadaş kazığı yani, sevgili mevgili değil. hayır o değil de artık yaşım da baya var hala mı bu küçük hesaplar, kıskançlıklar... eksik olmuyo valla nereye gidersen git, ne iş yaparsan yap. 

artık güvenim kalmamıştı insanlara, yeni insanlarla tanışmak, arkadaş edinmek bile istemiyordum, yaklaşık 1,5 sene sürdü bu. o arada başka insanlar var takıldığım, yani yalnış anlaşılmasınarkadaşım hiç yok değil ama bana yapılan bir terbiyesizliği hazmedemediğimden bir türlü bu duygudan kurtulamadım. ihanete uğrama, aşağılanma duygusu... 'böyle bir şeye nasıl müsaade edebildim', 'nasıl göremedim' vb. neyse ne zaman o insancıkları görsem içimden ah ediyordum. ama nasıl ah etmek sen duysan için ezilir, 'nasıl kıydılar sana yavrucum' dersin. o kadar yani. diyodum ki hep 'allahım bana ne yaşattılarsa, layıklarını ver, aynı hisleri onlar da yaşasın ve lütfen haberim olsun, benim içim kan ağlarken onlar karşımda gülüp eğlenemesinler'. 

sonrasında ne duydum biliyo musun? başlarına çok kötü bir şey gelmiş (detayına girmek istemiyorum n'olur n'olmaz dünya küçük) o an içimi garip bir his kapladı... başlarına gelenler benimle ilgili değil elbette tamamen kendi başlarına çözmeleri gereken problemler ama yine de garip hissettim. çünkü böyle bir şeyin başlarına geleceğini düşünmemiştim. sonra farkettim ki onların acı çekmesini istemiyordum, üzüldüm onlar için. ben sadece kendi acım geçsin istiyordum. o an anladım ki acının geçmemesi, duygularımın, anılarımın peşini bırakmamdan kaynaklanmış. keşke o kadar çok sevmeseydim, o kadar değer vermeseydim o kişilere belki 2 sene acı çektikten sonra gelen o zen duygusuna gerek kalmazdı. her daim huzur içinde olurdum.

neyse tabi olan oldu 2 senelik depresyon, arada gelip giden kriz anları, onun dışında normal hayat demekti benim için. Bu arada, normal derken kastettiğim, insanın normal potansiyelinin altında yaşamasına denk geliyor. misal: daha çok uyumak, yorgun kalkmak, uyuyamamak, buna baglı gün içinde mutsuzluk keyifsizlik, genel bi kırgınlık, fiziksel olarak daha çabuk yorulma, normal işlerin külfet gibi gelmesi... hepsini sıralayınca baya bir kötü aslında ama dışarıdan bakınca çok da farkedilmiyor. yine işine gidip geliyorsun, işlerini yapıyorsun, arada dışarı çıkıyorsun ama mesela bazen yataktan kalkmak istemiyorsun. kalkıp koltuğa uzanıp, butun gun yemek yemeden tuvalete gitmeden internete bakıyorsun ki aklın aptallaşsın, beynin düşünemesin, sen de birazcık rahatla...

velhasıl böyle işte depresyondan çıkınca insan zamanını daha yararlı şeylere ayırabiliyor. istediğin, hayal edip de tembellikten yapmadığın fikirleri yavaş yavaş hayata geçiriyorsun. ben de bu duyguya yeniyim aslında... iyiymiş! :)

deneme bir 'ki...

nihayet!


ben de blog sahibi oldum. şu zamanda blogu olmayan da mı var deme sakın, valla var benim gibiler. n'apalım tembellikten anca kurtuldum, üstümdeki ölü toprağını silkeledim, depresyondan çıktım (daha yeni oldu emin değilim bu konuda, nüksetmez umarım), yani kendime geldim! İşten gelip, sevgilimle yemeğimizi yapıp, yiyip, o gun takip ettiğimiz dizilerden internete düşenleri izledikten sonra geri kalan zamanımı facebook'ta harcayacağıma dedim ki kendi kendime 'yav boş boş oturacağına iki blog yaz hem içini döker rahatlarsın, hem de kafandakileri düzenlersin'.



kafamdakileri düzenlemek... önemli bir iş gerçekten. bazı şeyler, uzun süre konuşulmadığında, yazılmadığında, düzenli şekilde hesabı tutulmadığında o kadar karışıyor ki insanın aklı. onca bilgi, duygu, düşünce... insanın bir  an söylediği, başka bir anına ters düşüyor, sonra 'ben ne diyorum, ne saçmalıyorum ya!?' diye düşünüyorum. en iyisi yazmak.



bendeniz, biyoloğum, ama her zaman biyoloji ile ilgili şeyler yazmam herhalde. bilimin her türlüsünü severim, hiç ayırt etmem meraklı meraklı okurum, takip ederim (dengeli beslenme). buraya da okuduklarımdan aktarırım. müzik dinlemeyi, bazen bağıra şarkı söylemeyi, youtube videolarına eşlik etmeyi severim, arada kendi kendime gitar tıngırdatırım. ama gerçekten kendi kendime, pek kimse duymaz yani çaldığımı



neyse efendim, ben bir de söylemesi ayıp bilim kurgu dizisi hastasıyım ve de benim gibi patolojik vaka biriyle sevgili olduğum için de kendimi çook çok şanslı hissediyorum. içimde sıkışıp kalmış bir inek var... buraya çıkmak için çırpınıyor :)



yazıyı gülen surat yapmadan bitiricektim, söz vermiştim kendime beceremedim. bakalım nasıl oluyor bu yazı işi, ne zamandır böyle kompozisyon misali de yazmamıştım. e hadi hayırlısı olsun bakalım...



sevgiler