12 Eylül 2012 Çarşamba

madem blog demek internet günlüğü demek, ben de biraz günlük tutayım öyleyse

ilk yazıda demiştim ya hani kendime geldim.o geliş baya uzun sürdü. haha! (buraya terbiyesiz esprinizi giriniz) :)

neyse... ben biraz ondan bahsetmek istiyorum. baya baya yıkılmıştım. arkadaş meseleleri işte, nedense ben kimseyle çok çok yakın arkadaş olamıyorum, ne zaman birilerini hayatıma soksam, çok sevsem, çok güvensem kazığı yiyorum arkadaş! hep de arkadaş kazığı yani, sevgili mevgili değil. hayır o değil de artık yaşım da baya var hala mı bu küçük hesaplar, kıskançlıklar... eksik olmuyo valla nereye gidersen git, ne iş yaparsan yap. 

artık güvenim kalmamıştı insanlara, yeni insanlarla tanışmak, arkadaş edinmek bile istemiyordum, yaklaşık 1,5 sene sürdü bu. o arada başka insanlar var takıldığım, yani yalnış anlaşılmasınarkadaşım hiç yok değil ama bana yapılan bir terbiyesizliği hazmedemediğimden bir türlü bu duygudan kurtulamadım. ihanete uğrama, aşağılanma duygusu... 'böyle bir şeye nasıl müsaade edebildim', 'nasıl göremedim' vb. neyse ne zaman o insancıkları görsem içimden ah ediyordum. ama nasıl ah etmek sen duysan için ezilir, 'nasıl kıydılar sana yavrucum' dersin. o kadar yani. diyodum ki hep 'allahım bana ne yaşattılarsa, layıklarını ver, aynı hisleri onlar da yaşasın ve lütfen haberim olsun, benim içim kan ağlarken onlar karşımda gülüp eğlenemesinler'. 

sonrasında ne duydum biliyo musun? başlarına çok kötü bir şey gelmiş (detayına girmek istemiyorum n'olur n'olmaz dünya küçük) o an içimi garip bir his kapladı... başlarına gelenler benimle ilgili değil elbette tamamen kendi başlarına çözmeleri gereken problemler ama yine de garip hissettim. çünkü böyle bir şeyin başlarına geleceğini düşünmemiştim. sonra farkettim ki onların acı çekmesini istemiyordum, üzüldüm onlar için. ben sadece kendi acım geçsin istiyordum. o an anladım ki acının geçmemesi, duygularımın, anılarımın peşini bırakmamdan kaynaklanmış. keşke o kadar çok sevmeseydim, o kadar değer vermeseydim o kişilere belki 2 sene acı çektikten sonra gelen o zen duygusuna gerek kalmazdı. her daim huzur içinde olurdum.

neyse tabi olan oldu 2 senelik depresyon, arada gelip giden kriz anları, onun dışında normal hayat demekti benim için. Bu arada, normal derken kastettiğim, insanın normal potansiyelinin altında yaşamasına denk geliyor. misal: daha çok uyumak, yorgun kalkmak, uyuyamamak, buna baglı gün içinde mutsuzluk keyifsizlik, genel bi kırgınlık, fiziksel olarak daha çabuk yorulma, normal işlerin külfet gibi gelmesi... hepsini sıralayınca baya bir kötü aslında ama dışarıdan bakınca çok da farkedilmiyor. yine işine gidip geliyorsun, işlerini yapıyorsun, arada dışarı çıkıyorsun ama mesela bazen yataktan kalkmak istemiyorsun. kalkıp koltuğa uzanıp, butun gun yemek yemeden tuvalete gitmeden internete bakıyorsun ki aklın aptallaşsın, beynin düşünemesin, sen de birazcık rahatla...

velhasıl böyle işte depresyondan çıkınca insan zamanını daha yararlı şeylere ayırabiliyor. istediğin, hayal edip de tembellikten yapmadığın fikirleri yavaş yavaş hayata geçiriyorsun. ben de bu duyguya yeniyim aslında... iyiymiş! :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder